Hukuksuz Bir Türkiye İle Yaşanabilir Bir Türkiye İnşa Edilmez!

Saadet Partisi Genel Başkanı Mahmut Arıkan’ın TBMM Grup Toplantısı Konuşma Metni

 

B2–B3 KISMİ GÖRME ENGELLİLER FUTSAL MİLLİ TAKIMIMIZ

Sözlerime bir tebrik ve teşekkürle başlamak istiyorum. B2–B3 Kısmi Görme Engelliler Futsal Milli Takımımız, Antalya’da düzenlenen turnuvada Japonya’yı 4–0 gibi net bir skorla mağlup ederek Dünya şampiyonasında 3. oldu.

Bu büyük başarının mimarı değerli Teknik Direktörümüz Yusuf Tekdemir hocamızı, teknik ekibi ve alın teriyle, yürekleriyle mücadele eden tüm sporcularımızı yürekten tebrik ediyorum. Kendileriyle Antalya’da bir araya geldik.

Gördüğüm tablo şuydu: İnanç var, disiplin var, mücadele var, milli ruh var. Başarıda kendiliğinden gelmiş oldu. Bu vesileyle; Hepsine teşekkür ediyor, başarılarının daim olmasını diliyorum.

DÜNYA ÇOCUK HAKLARI GÜNÜ

Her anne babanın en çok üzerine titrediği varlıkları; göz aydınlıkları olan çocuklarıdır. Yarın önemli bir gün: 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü.

Çocukların haklarına dair günler, sözleşmeler, bildirgeler, kanunlar kağıt üzerinde gerçekten mükemmeller.

Ancak çocuklar; savaşların ve çatışmaların, sefaletin ve yoksulluğun kurbanları olmaya devam ediyorlar.

Bugün çocuk hakları ihlali; 77 yıldır Filistin topraklarında işgalci olan İsrail’in uzmanlık alanıdır.

Dünya Çocuk Hakları Günü’ne dair konuşmalar, programlar, törenler yapıp; İsrail’in uzmanlaşmış çocuk katili oluşuna dair tek bir cümle kurmamak ikiyüzlülüğün tescillenmiş fotoğrafıdır.

 

TÜRKİYE’NİN KARNESİ

Öte yandan; Türkiye’nin çocuklara dair karnesi hiç iç açıcı değil. TÜİK’in verilerine göre çocuklarımızın en az %17’si yetersiz besleniyor. Her 4 çocuktan 1’i çocuk açlığı ile karşı karşıya. Zorunlu eğitim çağında olmasına karşın 600 bini aşkın çocuğumuz, eğitim faaliyetlerinin dışındadır. Çok acı bir rakam Türkiye’de yoksul çocuk sayısı maalesef 10 milyona yaklaşmış durumda. Peki! Her seferinde 3 çocuk, Şimdilerde yetmez 4 çocuk tavsiyesi veren iktidar bu rakamları düzeltme için hangi adımı atıyor?

İktidara göre Türkiye büyüyor. Ama çocuklarımızın sorunları küçülmüyor. Karton toplayan çocuklar, ucuz iş gücü olarak çalıştırılan çocuklar, renklerinden, dillerinden, engellerinden ötürü ayrımcılığa maruz kalan çocuklar, istismarın, uyuşturucunun ve çetelerin kurbanı olan çocuklar, yırtık ayakkabılarla, delik çoraplarla, yarı aç okula giden çocuklar, kaldıkları barakada donarak, çalıştıkları fabrikada yanarak ölen çocuklar ve yoksulluğun, eşitsizliğin, sefaletin derin denizlerinde yaşama tutunmaya çalışan çocuklar.

 

Biz buradan söz veriyoruz; Bizim iktidarımızda bu ülkenin çocukları okula aç gitmeyecek, şiddetin, istismarın, ihmalin hedefi olmayacak, yoksullukla sınanmayacak.

 

Bu vesileyle Dünya Çocuk Hakları Günü’nü kutluyor; dünyadaki tüm çocukların sağlık, huzur ve barış içerisinde yaşamasını temenni ediyorum.

 

GAZZE’Yİ UNUTMAYALIM!

Değerli Arkadaşlar Gazze’yi unutmayalım. Gazze’de; 10 Ekim’de yürürlüğe giren ateşkes bir ayını doldurdu. Bu bir aylık sürede Hamas, ateşkese tam olarak bağlı kalmasına rağmen;

İsrail: aralarında çocukların da olduğu yüzlerce Filistinliyi katletmeye devam etti. Yardımların sadece 3’te1’inin Gazze’ye girmesine o da rica minnet izin verdi. Çocukların, hastaların ve yaralıların ihtiyaç duyduğu 350’den fazla temel gıda ürününün Gazze’ye girmesine engel oldu.

Önümüz kış! Gazze’de ne oturulacak konut var, ne de içinde kalınabilecek sağlam bir çadır kalmış durumda. Yağmur mevsiminin başlamasıyla gelen görüntüler yürekleri parçalıyor.

 

Bir kez daha; Gazzeliler ABD’nin ve İsrail’in insafına terk edilmiş durumda. “Ateşkes oldu sorunlar bitti” algısıyla; Gazze’yi gündemden düşürmenin vebali hepimizi yerle bir eder.

 

Bu algı üzerinden İsrail ile ilişkileri yeniden normalleştirmeye dönük ABD’nin telkinlerine kayıtsız kalmak bu milletin vicdanını kanatır.

 

BİRLEŞMİŞ MİLLET GÜVENLİK KONSEYİNİN KARARI

Neden böyle bir duruma dikkat çekmek istedik? Çünkü “İsrail’i normalleştirme” çabaları tam gaz devam ediyor. İki gün önce, 17 Kasım’da; Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Gazze’deki savaşı sonlandırmayı ve bölgede yeni bir düzen tesis etmeyi amaçlayan planı kabul etti.

 

Uluslararası hukuki statüye haiz bir “Barış Kurulu” kurulacak. Başkanlığını da Trump yapacakmış! Bu kararların hepsi işin hikaye kısmı; temel hedef: “Gazze’yi silahsızlandırmak” yani Hamas’ı Gazze’den söküp atmak.

 

Ayrıca karar metni, Gazze’de toprak ilhakı, kalıcı işgal veya zorunlu yer değiştirme olmayacağını

iddia ediyor. Bizim tarihi ve acı tecrübelerimiz var, kararlar İsrail’in ve ABD’nin müsaade ettiği kadar uygulanacaktır.

 

Bu plan, İsrail için dikensiz gül bahçesi oluşturma planıdır. Bu plan, İsrail’in soykırım suçlarını temizleme girişimidir. Sanki 2 yıldan beri on binlerce masum katledilmemiş, Gazze’de taş üstünde taş bırakılmamış gibi hareket etmek demektir. Bu plan, Abraham Anlaşmaları yoluyla koruma kalkanının genişletilmesi planıdır. Birleşmiş Milletlerin, 1947’deki “Filistin Paylaşım Planı” bölgeye barış getirmedi. 2025’teki bu karar da ümit edilen sonuçları doğurmayacaktır.

 

Vicdan sahibi ülkeler; bu gerçeği unutmamalı, “gün” ile birlikte “geleceği” de kurtarmanın yollarını mutlaka bulmalıdır.

 

SON İKİ HAFTADA BEYAZ SARAY

Bu arada bu planın gerçekleşmesi için Trump ve Beyaz Saray yoğun bir mesai içerisinde. Eylül ayında, “Sandalye çekmeli” Beyaz Saray zirvesini hepimiz hatırlıyoruz. Bunun üstüne çokça yazıldı, konuşuldu. İki hafta önce; Orta Asya – ABD zirvesinde; Kazakistan da maalesef İsrail ile normalleşme sürecini başlattı ve Abraham Anlaşmalarına imza attı.

 

Yetmedi, geçtiğimiz hafta Suriye Cumhurbaşkanı Ahmet eş-Şara Beyaz Saraya gitti. Yan kapıdan içeri alınan eş-Şara ön kapıdan, parfümlerle uğurlandı.

 

BEYAZ SARAY’DA AĞIRLANMANIN BEDELİ VARDIR

Beyaz Saray’da ağırlanmanın bedeli vardır. ABD ile müttefik olmanın yolu işgalci İsrail ile dost olmaktan geçer. ABD ile müttefik olmanın yolu ülkenizde bulunan nadir toprak elementlerini,  uranyum yataklarını ve enerji kaynaklarını Amerika ve İsrail sermayesine açmaktan geçer.

 

Bu ortaklıktan sizin payınıza düşen ise tırnak içerisinde söylüyorum, adı elçi olan ama bölgenin hamiliğine soyunan hadsizin dilinden dökülen “Meşruiyet” lakırdısıdır.

 

BARRACK MÜTEVAZI KONUŞMUŞ

Tüm bunlardan sonra; “Hazar Denizi’nden Akdeniz’e kadar bir hizalanma göreceksiniz.” Diyen Tom Barrack’ın Aslında son derece mütevazı bir şekilde konuşmuş olduğunu anladık. Hedefin çok daha büyük olduğunu görüyoruz.

 

TÜRKİYE BU İŞİN NERESİNDE?

Şimdi biz sormak zorundayız: Dostum diye paye verdikleriniz ne işler çeviriyor? Amerika: Türkiye’nin parasını ödediği F-35’leri vermiyor, Caatsa yaptırımları olduğu gibi duruyor, her gün bir lideri ağırlayarak bölgeyi dizayn etmeye çalışıyor. Peki; Türkiye bu işlerin neresinde duruyor? Sorunun cevabı bu kez, Turkcell’den geldi.

 

TURKCELL’IN GOOGLE’LA ANLAŞMASI

Hepinizin malumu; Turkcell, Türkiye Varlık Fonu’nun ciddi oranda pay sahibi olduğu, yani büyük oranda devlet kontrolünde bulunan bir şirket. Turkcell’in attığı her adım -hele ki- veri güvenliğiyle ilgili olan adımlar doğrudan Türkiye’nin güvenliğine ve geleceğine ilişkindir.

Turkcell ile Google arasında yerel bir bulut altyapısı kurulması için 1 milyar dolarlık bir anlaşma imzalandı.

Türkiye’nin kendi verisini bu şirkete teslim etmeye yönelmesi; dış politika, ulusal güvenlik ve siyasi tutarlılık açısından vahim bir hatadır. Bazıları diyebilir ki: “Bugün, Google bu verileri kullanmaz.” Peki yarın? ABD–Türkiye ilişkilerinin gerildiği bir senaryoda ne olur? Halkbank dosyası ve Reza Zarrab sürecleri bize; ABD’nin verileri nasıl bir koz, hatta şantaj unsuru olarak kullandığını çok net gösterdi.

 

Biz; Türkiye’den İsrail’e giden petrolün kesilmesini beklerken, iktidar ülkenin en hassas verilerini İsrail’le işbirlikçiliği konusunda derin şüpheler bulunan Google’a, tarihin en büyük bilişim maliyeti ile aktarmaya çalışıyor.

Bu anlaşma; ulusal güvenliğe de veri egemenliğine aykırıdır. Ne yerlidir nede millidir. Daha dün Lübnan’da ve İran’da yaşanan saldırılar gözümüzün önünde. Biz iktidarı, şimdiden uyarıyoruz!

Bugün Amerika’nın ve İsrail’in eline kendi ellerimizle verdiğimiz veriler; Yarın bize ciddi bir tehdit ve tehlike olarak dönebilir! Bunun olmasına izin vermeyin!

 

TERÖRSÜZ TÜRKİYE

Gündemin önemli başlıklarından birisi, İmralı tartışmaları. Bugün; İktidarın tek gündemi İmralı. Ana muhalefetin tek gündemi Silivri. Türkiye’nin sorunları da, umutları da İmralı’dan da Silivri’den de büyüktür!

Kimin gideceği, kimin geleceği, kimlerle gidip, kimlerle döneceği, neyle gidip, neyle geleceği hangi yolu kullanacağı, gündemi meşgul etme çabasıdır.

Meseleyi kişilere indirgemek, sulandırmak, magazinleştirmek, gündem saptırmaktan başka bir şey değildir.

 

TOPLUMSAL DESTEĞİ ARTIRMA ÇABASI

Buradan en başta iktidara, tüm ortaklarına İmralı’ya gidip gelen heyetlere ve Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonuna sesleniyoruz; toplumun farklı kesimlerinin kaygılarını ve endişelerini gidermek, beklentilerini ve umutlarını karşılamak için mücadele etmek. Topyekun bir helalleşme ve kucaklaşma gerektirirken sürecin bir örgütün silah bırakmasına ve kendini feshetmesine indirgenmesini yanlış bulmak; İşi yokuşa sürmek değildir! Tam aksine; sürece olan toplumsal desteği artırma çabasıdır!

BÜTÜN BU TARTIŞMALAR OYALAMACADIR

“Komisyon mu İmralı’ya gitsin? İmralı mı Komisyon’a gelsin?” bütün bu tartışmalar oyalamacadır. Toplumsal bir barış için tek bir adım değil, gerekli tüm adımlar hak ve adalet ekseninde atılmalıdır ve bir an evvel atılmalıdır. Hak ve özgürlükler üzerindeki tüm kısıtlamalar bir an evvel kaldırılmalıdır. İlk olarak; Anayasa Mahkemesi’nin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bağlayıcı kararlarına uyulmalıdır.

 

Tekrar söylüyorum; Terörsüz Türkiye’yi kurmak için elimizi değil, gövdemizi taşın altına koymaya hazırız.

Ama “Hukuksuz Türkiye’yi” ortadan kaldırmak gücün değil, hukukun egemen olduğu bir Türkiye’yi kurmak için de aynı kararlılığı ortaya koymalıyız.

 

GİTMESİ VE GELMESİ GEREKENLER

İmralı’ya gitmeyi, İmralı’yla görüşmeyi bu kadar önemseyenler için söylüyorum:

Türkiye’de gidilmesi gereken, görüşülmesi gereken, olması gerektiği yerde olmayan o kadar çok kesim var ki.

Mesela! Sadece bir tweet attığı için tutuklanan gazeteciler, artık gazetelerine gitmelidir. Suçsuz yere cezaevinde tutulan harp okulu öğrencileri artık evlerine gitmelidir.

Barış Akademisyenleri, yeniden kürsülerine gitmelidir. KHK zulmüyle işinden uzaklaştırılanlar, yeniden işlerine gitmelidir. Sendikal hakkını kullandığı için cezalandırılan işçiler, fabrikalarına gitmelidir.

Toplumsal barış ve huzurun, toplumun tüm kesimlerinin, ekonomik, kültürel, sosyal ve siyasal açıdan kendilerini iyi hissetmesi ile mümkün olacağı unutulmamalıdır.

 

HUKUKSUZ TÜRKİYE

Şunu çok net bir şekilde söylemek zorundayız: Hukuksuz bir Türkiye ile terörsüz bir Türkiye’yi inşa edemezsiniz. Hukuksuz bir Türkiye ile yaşanabilir bir Türkiye inşa edemezsiniz.

 

ANAYASA MAHKEMESİNİN KARARI

Şu an içerisinde bulunduğumuz Meclis’i de ilgilendiren bir örnek vereceğim: 11 Kasım’da Resmi Gazetede, bir Anayasa Mahkemesi Kararı yayımlandı. Bu karar; Türkiye’de “yasama çoğunluğunun” hukuki denetimden “muaf” hale gelmesinin önünü açıyor. Böylece; meclis çoğunluğunun keyfiliğini frenleyen az sayıdaki güvence mekanizmasından biri daha ortadan kalkmış oldu.

AK Parti Grubu şunu diyor: “Biz sayıca çoğunluğuz, istediğimizi yaparız, bu durum Anayasa mahkemesini ilgilendirmez”diyor. Bizim “Hukuksuz Türkiye”den kastımız tam olarak budur!

 

ADALETİN NURUNU SÖNDÜREN, NARINDA YANACAKTIR.

Geçen hafta; Anayasa Mahkemesi Başkanı Kadir Özkaya’nın yaptığı bir konuşmada hakimliğin, bir tarafı “nur” yani cennet, bir tarafı “nar” yani cehennem arasında bir meslek olduğunu söylerken döktüğü gözyaşlarını izledik. Çok doğru! Adaletin nurunu söndüren, narında yanacaktır. Bir insanın, yaptığı meslekten ötürü taşıdığı hassasiyet elbette takdire şayandır.

 

Ancak, şu an bu ülkenin en büyük ihtiyacı; toplumun önünde gözyaşları döken, çaresiz bir mahkeme başkanı değil, hukuksuzluğa karşı dimdik duran yargı mensuplarıdır.

 

Bu ülkede; hala Anayasa Mahkemesi’nin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Kararları tanınmıyor. Selahattin Demirtaş,  Osman Kavala ve Can Atalay hakkında verilen bağlayıcı kararların uygulanmaması “Hukuksuz Türkiye” sürecinin devam etmekte olduğunu gösteriyor. Anayasa Mahkemesi kararına rağmen şehir plancısı Tayfun Kahraman’ın tahliye edilmemesi “Hukuksuz Türkiye” sürecinin devam etmekte olduğunu gösteriyor.

 

MUHALEFET ÜZERİNDEN DEVAM EDEN TARTIŞMALAR

Bugün ana muhalefet partisi hakkında “kapatma davasının” konuşuluyor olması Türkiye’nin hukuk konusunda, adalet konusunda onlarca yıldır hâlâ aynı yerde dönüp durduğunun ispatıdır. Kurduğumuz 5 partinin 4’ünün kapatıldığı 56 yıllık bir hareketin mensupları olarak söylüyoruz:

“parti kapatmaları”, siyaseti zehirlemekten başka bir şey değildir.

Binlerce sayfalık iddianameler, parti kapatmaları, şafak operasyonları ve tutuklamalar aziz milletimizin maalesef yabancısı olduğu bir durum değil.

 

Geçmişte; “Şiir okudu” diye Sn. Erdoğan’ı hapse atmak ne kadar yanlışsa, Bugün de Sn. İmamoğlu’nun “sosyal medya hesaplarını bir ayda 3 kez kapatmak” aynı derecede yanlıştır. Bizler Ergenekon Balyoz döneminde de binlerce sayfalık iddianameleri takip etmiştik, AK Parti’ye karşı açılan kapatma davasını da görmüştük. Kapatmalar, dayatmalar, engellemeler, bunu yapanlara hiçbir fayda sağlamamıştır. Ama ülkeye çok şey kaybettirmiştir.

 

Biz bu durumu 28 Şubat sürecinde tecrübe ettik. Şimdi CHP’nin yaşadıkları da aynı süreci deneyimlemektedir. Bugün de kaybeden Türkiye’dir, 86 milyon insanımızdır. Türkiye’nin ciddi, çok ciddi başka meseleleri vardır.

AİLE YILI VE BUNU ANLAMLI KILMAK

Ekonomiye birazdan geleceğim, gündemde olduğu için “Aileye” değinmek istiyorum. Hatırlayacaksınız; iktidar 2025 yılını “Aile Yılı” ilan etmişti. Aile yılının, on birinci ayını da tüketiyoruz. Bundan dolayı olacak ki; bugün ve yarın başkentimizde cumhurbaşkanlığı “Aile ve Kültür Sanat Sempozyumu” düzenliyor.

 

Aile yılı ilan edildiğinde, yine bu kürsüden “Yapacağınız bütün yapısal çalışmaların yanında oluruz” demiş ve eklemiştik: Bu mesele; ışıltılı salonlarda yapılan Aile lansmanlarıyla çözülmez. Kamera önünde umut dağıtmakla çözülmez samimi icraatlarla, doğru politikalarla çözülür! Demiştik. Hala aynı noktadayız!

 

Aileyi güçlendirmenin yolu en başta hayat pahalılığını, ahlakı çökerten yayınları kaldırmaktan adaletsizliği çözmekten geçer. Aile Yılı’nı anlamlı kılacak tek şey, ailelerin yaşadığı derin sorunlarla yüzleşmek ve ekonomi-politiği buna göre belirlemektir.

YOKSULLARIN EKONOMİSİ

Siz Aile Yılı’nı parfüm fabrikası yangınında ailesinden üç can yitiren Berivan Taşdemir’e sorun! “Çocuk yaşta, sigortasız bir işte niye çalışıyordunuz?” sorusuna ağlayarak cevap veren

Berivan şunları söylüyor: “Devir çok zor. Bir ekmek olmuş 15 lira. İnsanlar yaşayamıyor, geçim sağlayamıyor. Nereye baksan her şey pahalı İnsan ne yapsın?” diyor…

 

ASGARİ ÜCRETLİ İLE FABRİKATÖRÜN HİKAYESİ AYNI

Berivan’ın gözyaşlarında sadece kendi hikâyesi yok; bu ülkenin yoksulunun da, çiftçisinin de, esnafının da ortak acısı var. Mesele sadece bir kişinin, bir ailenin dramı değil; mesele Türkiye’nin her kesimini sıkıştıran ekonomik kriz.

 

Sofrasına ekmek koyamayan aile ile üretimini sürdüremeyen fabrikatör arasındaki mesafe sanıldığı kadar büyük değil. Biri evine ekmek götüremiyor, diğeri; onlarca, yüzlerce çalışanının olduğu işletmesinde maaşları ödeyemiyor. Aynı ekonomik buhranın iki yüzü budur!

İNSANLARIMIZIN FERYADI

Bu hafta; üretimin merkezlerinden Antalya ve Kayseri, ticaretin merkezi İstanbul sanayinin merkezi Çorlu’daydık. Çiftçimiz feryat ediyor. Çorlu’da çiftçimiz diyor ki: “Borcumuzu ödemek için tarlamızı sattık. Kendi tarlamızda kiracı olduk. Şimdi de kirayı ödeyemediğimiz için icralık olduk!” diyor

 

Esnaf feryat ediyor, Küçük işletmeci feryat ediyor. Fabrika sahibi iş insanları ile konuşuyoruz oda feryat ediyor. “Böyle giderse 6 ay sonra üretimi durdurup, fabrikayı kapatmak zorunda kalacağız” diyorlar.

 

Burada sadece Tekstil’den örnek vereceğim: 2022’den bu yana tekstil ve hazır giyimde toplam 336 bin 847 kişi işini kaybetti. Son 3 yılda sektördeki toplam istihdam kaybı %27’yi bulmuş durumda. Sektör temsilcilerine göre 2026 yılı ortasına kadar 100 bin kişi daha işini kaybedebilir.

 

Türkiye’de pazar kaybeden ve ekonomik kriz yüzünden üretim yapamayan fabrikalar bir bir Mısır’a, Tunus’a, Fas’a taşınıyor. Bu sektörleri ve sektörlerin rakamlarını çoğaltabiliriz. Bunun karşısında bir de iktidarın rakamları var.

 

İKTİDARIN RAKAMLARI

İktidarda diyor ki: Atıl işgücü oranında, geçen çeyreğe göre %2,6 azalış var. Dünyanın en büyük 17’nci, Avrupa’nın 7’nci ekonomisi haline geldik. Kişi başına düşen milli gelir 17.000 dolara ulaştı. Kimse kusura bakmasın! Türkiye’deki gerçek ekonomi rakamlarını görmek isteyenler, dönüp sahaya baksın. Bu hafta Kayseri’de, Antalya’da, Çorlu’da gördüğüm manzara, bu söylenenlerin tam aksini anlatıyor.

 

ASGARÎ ÜCRET

Gelir adaletsizliğinin bu kadar yaygın olduğu bir dönemde, “çalışabilen” milyonlarca insanımızın

hangi koşullarda çalıştığı da karşımıza acı bir gerçek olarak çıkıyor. Türkiye’de ve dünyada, yapılan bir işte verilmesi gereken taban fiyatı ifade eden asgarî ücret; bugün Türkiye’de “temel ücret” haline geldi.

 

Öyle ki bugün işe yeni başlayan biri de asgarî ücret alıyor, on yıllık işçi de asgarî ücret alıyor. Bakınız: Türkiye’de 2024 yılında 11.2 milyon insanımız asgarî ücretle çalışmış. 21 Avrupa ülkesinin tamamında asgarî ücretle çalışan kişi sayısı ne kadar biliyor musunuz? 12.8 milyon. Yani Türkiye’de asgarî ücretle çalışan kişi sayısı neredeyse Avrupa’nın tamamına eşit durumda.

 

Değerli arkadaşlar, bu ülkede asgari ücret 22.104 TL, açlık sınırı 28.412 TL. Üzülerek söylüyorum, bu açlık sınırı değil, yoksulluk sınırı hiç değil bu iktidarın bu rakamları “ölüm sınırı” olmuş durumda.

 

VATANDAŞ BORÇLU

Tüm bu adaletsiz gelir dağılımı, temel ücret politikası, hayat pahalılığı karşında vatandaşımız, çareyi borçlanmakta buluyor. Bugün iş insanlarımız borçlu, esnaf borçlu, çiftçi borçlu, asgarî ücretli borçlu. Türkiye borçlu!

 

TARİHİ GEÇMİŞ HÜKÜMET

Nasıl bir vurdumduymazlıktır ki en temel noktalarda bile gıda konusunda bile denetimsizlik hat safhada: Lokantalar ölüm kusuyor. İnsanlarımız ailesiyle nefes almak için çıktığı evlerinden son nefesini verip ana haber olarak dönüyorlar.

 

Neredeyse her gün intiharla uyanıyoruz. Kupon gibi yandaşlara dağıtılan haber ajanslarınız doğalgazdan, uçan arabalara kadar haftada üç gün müjde dağıtırken; liyakat sahibi insanlarımız ya AVM’lerin yüksek katlarından kendini ölüme bırakıyor ya da, Marmaray’ın raylarına kendilerini bırakıyorlar.

 

Bu güzel milletimizin psikolojisi de sosyolojisi de tükenmiştir. İktidarınızı desteklemeyen insanlar neredeyse 10 yıldır asla kamuda istihdam edilmiyor! Bırakın beyaz yakalıları, artık masalar sandalyeler, kamu demirbaşları bile liyakat diye çığlık atıyorlar.

 

Sistematik olarak dozu artırılan medya prodüksiyonlarıyla şiddet had safhada, bahis kumar almış başını gitmiş. Öyle bir Amerikan rüyasına kapıldınız ki şiddet olaylarında Texas’ı, kumarda Las Vegas’ı bile solladınız. Tüm bu yıkımın tek sorumlusu vardır o da tarihi geçmiş hükümettir!

 

ASLAN, CEYLAN, SIRTLAN, ZEBRA YAN YANA KOŞUYORSA

Bir Afrika atasözü vardır: “Aslan, ceylan, zebra yan yana koşuyorsa, orman yanıyor demektir!”

Bugün Türkiye’de işçi de, işveren de; gazeteci de, medya patronu da; öğrenci de, akademisyen de; çiftçi de, esnaf da; asgarî ücretli de, memur da; muhalif de veya iktidar seçmeni de; herkes feryat ediyor.

Çünkü! Bu orman, yanıyor arkadaşlar, Türkiye çok büyük bir ekonomik krizle yanıyor!

 

ORMAN BÖYLE YANIYOR!

Bu orman nasıl yanıyor size anlatayım: Dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına girecektik; organize suçlarda ilk 10’a girdik! Faiz bitecekti; Avrupa’da ilk sıraya geldik. Enflasyon bitecekti, dünyada beşinci sıradayız. Kira konut endeksinde birinci sıradayız. Gıda enflasyonunda birinci sıradayız. Avrupa’ya sığınmacı başvurusunda bulunan ülkeler arasında Suriye, Afganistan ve Venezuela’nın ardından 4. Sıradayız

 

İşte orman böyle yanıyor! İşte vatandaşlarımız bunun için feryat ediyor, İşte Türkiye bunun için kaybediyor. Biz; bu yangını söndüreceğiz arkadaşlar! Biz bu yangını söndürmek için bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra canla başla çalışmaya devam edeceğiz.

 

DUS MAĞDURU DİŞ HEKİMLERİ

Bugün, grup toplantımız vesile ile Diş Hekimliği Fakültesi mezunu gençlerimizin sesi olmak istiyorum. Yeni açıklanan ÖSYM takvimine göre yılda iki kez yapılması planlanan DUS sınavı teke düşürülmüş ve tam 7 ay ertelenmiştir. İşlerini bırakıp, hayatlarını bu sınava göre planlayan binlerce gencimiz var.

 

Bu gençler, ülkesine daha fazla fayda sağlamak için 5 yıllık eğitimlerinin üzerine 3–4 yıl daha koyarak uzmanlaşmak isteyen idealist gençler. Niyetleri kötü değil, talepleri aşırı değil. Sadece emeklerinin heba edilmemesini istiyorlar.

 

Diş hekimi adayı gençlerimizin itibarından tasarruf edilmesine karşıyız. DUS’a ihtiyaç olduğu aşikar. Bunu temin etmek, gençlerimizin hayat planları için kıymetli. İktidar doğru bir planlama ile bunu gerçekleştirmelidir. Bu ülkenin parlak hekimlerini küstürmeyin. Gençlerimizi belirsizliğe mahkûm etmeyin.

Bu duygu ve düşüncelerle sözlerimi bitiriyor, hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.